Wednesday 31 May 2017

16. Koşulsuz sevgi ile sonsuz genleşme - Uyuni Tuz Çölü

 
    
3600 metredeki, asıl hedefimiz olan Uyuni Tuz Gölü'ne (çölüne) yükseklik tutulmasından en az derecede etkilenerek varmak için, 2400 metredeki Sucre şehrini bir ara basamak ve yüksekliğe uyumlanma istasyonu olarak kullanmıştık. 
2400 metre'de, Sucre'de gayet rahattık. 
Uyuni'de de rahat edebilmek için kendimize bir tane daha uyumlama istasyonu, dinlenme şehri belirledik.4090 metredeki dünyanın en yüksek üçüncü şehri olan Potosi'yi seçtik. 

Sucre-Potosi otobüs yolculuğumuzu yapmak üzere, sabah kahvaltısından sonra evden çıktık. 
Günlük güneşlik hava, serinleten dağ rüzgarı. Karnımız tok, neşemiz yerinde, Baş Melek Mikail'in koruyucu enerjisiyle sarınmışız. Bütünün en yüksek hayrına niyetle çıkmışız yola. Ne yanlış gidebilir ki? 

Otobüs terminaline gitmek için bir taksi durdurduk. İçimize sinmeyen bir şeyin hissiyle, Yuuka ile göz göze geldiysek de, 10 dakikalık yol, ne olabilir ki, havasında gülümseyip, binmeye karar verdik.
2 büyük sırt çantamızdan birini, benim bütün gemi hayatımı bilen, yoldaş çantamı bagaja koyduk. Bagajın yarısından fazlası ıvır zıvır ve kutularla  dolu olduğu için, şöför benim çantayı diklemesine koydu. Bagajın açık gideceğini, problem olmadığını söyledi. Çantaya gidip bakmaya yeltendiğimde ise omuzuma, merak etme, ben iyi sıkıştırdım dercesine, güven veren bir dokunuşta bulundu. Oh, ben de hemen inandım ve ön koltuğa kuruldum. (Ama bir tarafım çantanın kaybolacağını bile bile tepkisiz kalıyor) Yuuka, Maya ve diğer çanta arka koltuktaydı. Gayet de yavaş gittik. Yaklaşık 10 dakikalık yolculuk sonunda, bagajdaki birşeylerin serbest yuvarlanma sesiyle ayıldık. O an başımdan aşağı kaynar su döküldü.

Sonraki 20 dakika garip bir rüya gibiydi. Oturduğum yerde bilincim açıldı, kapandı, açıldı, kapandı... Taksi hızla geldiği yollardan geri dönüyor, taksici ispanyolca panik ve özür söylemlerinde bulunuyor (tahminim), radyoda hafif açık seste oynak bir şarkı çalıyor, gözlerim parlıyor, kararıyor, parlıyor, kararıyor...

Bilincimin açık olduğu anlarda: Her şey bütünün hayrına, şükürler olsun, diyorum.
Bilincimin karardığı anlarda: Şimdi ne yapıcaz, insan koca çantayı kaybeder mi, ah, vah...

Zaman zaman Yuuka'nın sakinleştiren sesini duyuyorum...

... ve birden diyorum ki: Her şey tamam da bu samba şarkı çok saçma arkadaş. Kapat Lütfen, porfavor. Adamcağız da ne yaptığını bilmiyor. Si si si diyor boyuna.

Sonunda karakolda rapor tutulurken, Maya kucağıma tırmanıp yanağımı öpüyor.

Oturup Yuukayla bir hasar raporu yapıyoruz ve farkediyoruz ki o sabah, en önemli eşyalarımızı o çantadan çıkarıp diğer çantalara devşirmişiz.
Ses kayıt cihazımız, önemli dökümanlarımız, kredi kartlarımız, Maya'nın Minichan oyuncağı, kamp eşyalarımız ve yağmurluklarımız devşirilmiş. O çantayı her zamankinden az yüklemiş, diğerini de çok yüklemişiz. Giden çantanın içinde Yuuka'nın kıyafetleri, iç çamaşır torbamız, çoraplarımız vs. varmış. 

Otobüs terminalinde, otobüsümüzü beklerken düşündüm. Neydi beni benden alan. O kaynar su enerjisi neydi? Panik. 
Neden?

Farkettim ki kaybettiği birşey yüzünden cezalandırılacak bir çocuk gibi hissetmişim bütün o anlar boyunca ve Yuuka'dan korkmuşum. 
Yuuka, ben dalgınca bunları düşünürken, sırtımı sıvazladı, omuzlarıma masaj yaptı. Üzülme Gökhan, dedi. "Seni seviyorum"

Kalbim ondan gelen koşulsuz sevgi enerjisiyle doldu. Kalbimdeki çocuk huzur buldu.

Ben ne yaparsam yapayım, koşulsuzca seviliyorum. 
İster bir sınavdan kalmış olayım, ister yaramazlığımı saklamak için yalan atmış olayım, ister para kaybetmiş olayım, ister yol çantası... Koşulsuzca seviliyorum. Bunu bilmek yetmiyor insana. Böyle deneyimlerde, gerçek anlamda kalbi dolduğunda anlıyor insan koşulsuzca sevildiğini.
37 yaşındaki ben, 5 yaşındaki ben, 12 yaşındaki ben, 17 yaşındaki ben, birbirimize eridik. Derin bir iç çektik. Ahhhh ... Koşulsuz sevginin olduğu yerde ceza olmaz. 

Giden çantaya zerre kadar üzülmediğimi farkettim. Zaten hiç bir maddeye tutkunluğum yok. Geçmişimde,  18 sene içtiğim sigarayı bıraktım, gemi geceleri boyunca sarhoşluğuna sığındığım  alkolü bıraktım, köfte çocuğu olan ben, eti bıraktım, 18 senelik gitarımı gözümü kırpmadan yeni tanıştığım birine hediye ettim. 

Böylece beni benden alan paniğin kaynağını anlamış oldum. Çocuk olan Gökhan.

Sonra güldük neşeyle. Ohh be dünya varmış dedik: Ne zordu iki çantayı birden taşımak ve idare etmek. Gereğinden fazla giysimiz varmış.
Özellikle de benim. Böylece kıyafetlerimi Yuuka'yla ortak giymeye başladık.

---
Potosi

Potosi de tam bir İspanya şehri. Sucre'den eksiği yok, fazlası var. (Bunu anlayabilmeniz için, okumadıysanız, bir önceki blog yazısını okumanızı tavsiye ederim)  Tam otelimizin karşısında kölelerin gümüş madenini işlediği bina var; gurur kaynağı bir müze olarak duruyor.

Kapısından yalnızca bir kez baktım ve bunu gördüm:

 

Bu köle tacirinin heykeli gümüş işleme merkezinin  avlusunda ve Potosi'nin her köşesinde karşınıza çıkıyor. Gözlerinde kurnazlığı, kibiri; dudaklarında yalancılığı ve şeytanlığı görmek kolay. 8 milyon kölenin öldüğü, öldürüldüğü kanlı gümüşün müzesine, istedikleri 40 lirayı değil 40 kuruşu bile verip girmem. Girmedim de... 
...ama enerjisel olarak, ışığa yolculuğunu henüz tamamlamamış binlerce ruhun, acısının, korkusunun içine girmiş bulundum. İlk fırsatta, uygun bir yer bulup onlar için bir seremoni yapmaya, ışığa dönüşleri için dua etmeye karar verdim.

 O gece Türkiye'den bir danışanıma uzaktan görü seansı verecektim. Yuuka ve Maya'yı akşam yemeğine gönderip, kendimi ve odayı hazırlayıp, seansa oturdum. 
Seansta olanları anlatmam doğru olmaz. 
Yine de şukadarını söyleyebilirim ki acısını sezdiğim o varlıklar çok haklı bir sebeple seansın enerjisini gördüler ve çekildiler... Fırsatını ve yerini aradığım o seremoni orada, o vakitte oldu. İlahi zamanlama...
Bütün varlıklar sonsuz ışıklarına uyansınlar!

 
8 milyon kölenin öldüğü, gümüş madeninin çıktığı, o kutsal dağ. (4800m)

 
Yüksekte olmamız nedeniyle gündüz güneşi çok yakıcı, gece soğuğu dondurucuydu. Abartısız, kişi başı 5 yorgan düşüyor.

 
Benim kıyafetlerimi giyen Yuuka, çamaşır yıkadıktan sonra çatıda meditasyon yapıyordu. (Artık benim kıyafetlerim demekten vazgeçmeliyim :)

Yükseklik,  Yuuka'yı da beni de ayrı ayrı vurdu. Ben'de zor nefes alma ve daralma hissi, Yuuka'da baş ağrısı ve mide bulantısı yarattı. Maya'da hiç birşey olmadı. Bu belirtiler, kendisini arındırmaya ve şifalandırmaya adamış insanlar için birer gelişim ve kendini bilme aracı; diğer tüm hastalıklarda olduğu gibi. İkimiz de kendi belirtilerimizle meditasyon yaptık.

Ciğerlerimdeki daralmanın, kaybolan çanta vesilesiyle başlayan kalp çakrası şifalanmasının devamı olduğunu anladım. Adeta akciğerlerim daralıyor ve varlığımın en derinlerinde kalmış kederli duyguları ortaya çıkarıyordu. Ortada hiç bir görünür neden olmadığı halde kederli ve öfkeli hissediyordum.

Maya adeta 0 noktasındaydı. Bu yüksekliğin O'nda çıkartabileceği ne duygusal ne de fiziksel bir belirti yoktu.

5 gün Potosi'de kaldıktan sonra otobüsle Uyuni'ye geçtik.

---
Uyuni - Tuz Gölü (çölü)

Yolculuğumuzun en önemli duraklarından biri Uyuni; İlahi Dişi Enerjisi'nin Dünya üstündeki merkezi.

10,582 km kare bir tuz çölü hayal edin. Mükemmel şekilde düz olsun. Tuz tabakasının kalınlığı metrelerce olsun. Uçsuz bucaksızcasına yalnızca beyaz olsun... Deniz seviyesinden 3600 metre yüksekte olsun. Dünya lityum rezervinin %70ini içersin. Orası Uyuni Tuz Gölü (çölü).

Senenin yalnızca birkaç ayında yağan yağmurlarla bir-iki cm yüksekliğinde su birikiyor. 
Yağmursuz dönemde de kuruyup bembeyaz görünüyor. Biz bu kuru döneme denk geldik.

Uydu fotoğrafı:

 

Çölün kenarında, tamamen tuzdan yapılmış bir otelde, bir gece kaldık. Yataklardan koltuklara, masa ve sandalyelere kadar her şey tuzdan yapılmıştı. Enerjinizi arındırmak istediğinizde bir küvet sıcak suya bir kaç kaşık tuz dökersiniz. 

Tonlarca tuzun içinde yattığınızı düşünün.

 

Yolculuğumuz boyunca alışmışız dar yatakta birlikte yatmaya, gürültüye aldırmadan uyuyabilmeye, soğuğa, sıcağa, pisliğe aldırmadan yiyebilmeye, yolculuğun tüm hallerine... Bu lüx otelde eridik. Yemekler... O yatak... O sıcaklık... O internet hızı... :D Normalde bu kadar etkilenmezdik ama, yorulmuşuz. Bir de Tuzun arındırıcı enerjisi...

Asıl enerjiyi Tuz çölünün içine 3 km yürüdüğümüzde deneyimledik. 
Saat yönünün tersinde dönen belki kilometrelerce çapında bir enerji vorteksinin kıyısındaydık. Nasıl bir emici güç...
Maya uzun süre yere basmak istemedi. Onu sırtımda taşıdım. Adım adım hem fiziksel hem duygusal olarak ağırlaştık. Merkezimizde kalmak zorlaştı. Sizlere bu alanın enerji imzasını ulaştırmak için ses şifa chanting'ini yapıp kaydedeceğimiz en uygun yeri arıyorduk. Önce çöküp kaldık. Tam şarj ettiğimiz telefonumuzun pili birden bire %10'a düşmüştü. Bizim de öyle. İçimden çığlık atmak geçti. Ben çığlık attım. Yuuka ağladı. Maya top oynadı. Bu enerjinin de onda ortaya çıkarabileceği bir etki yoktu. Kısa süre sonra üstümüze ilahi bir yardım geldi ve topraklanabildik, merkezlenebildik.

 

Biraz daha yürüdük ve sonunda, aşağıda paylaşacağımız chanting'i yaptığımız yere vardık.

Fiziksel temasla aldığımız enerjinin belki binde birinin sembolü olabilecek bir enerji imzası sese yüklendi. O enerji imzası,  hangi bilinç seviyesinde ona bağlandığınıza ilintili olarak, potansiyelinin gereği kadarını size geçirecektir.
Chanting 12 dakika 12 saniye sürmüş.

12:12

(Lütfen kulaklık ile, meditasyon halinde dinleyin)

Dinlemek için tıklayın!


Ertesi gün bir jip turuna katıldık. Jip beyaz çölün ortasında saatte 150 km hızla 1 saati aşkın yol aldı. Çölün ve vorteksin ortalarına geldik. Yalnızca huzur ve şükran hissi vardı.


 




 

(Ethernal sunshine of the spotless mind... o fimdeki çiftin buzun üstünde uzandıkları sahne çok içime işlemişti. Benzer bir kare olmuş)


 



Jip bizi Çölün kenarındaki Tunupa Yanardağ'ına getirdi. 

 


 


Şükürler olsun Gaia Annem.

Attığım her adımda kendimi evde hissediyorum. Çünkü Gaia Annemden ayrı değilim.
Kanım Gaia Annemin suyu
Kemiğim Gaia annemin toprağı
Ciğerlerimdeki hava Gaia Annemin nefesi
Bedenimdeki ısı Gaia annemin Aşkı
Evden uzak olmama imkan yok ki...
Evdeyim ben.

---

Uyuni sonrasında, bazı ihtiyaçları karşılamak, Bolivya vizamızı uzatmak ve dinlenmek için La Paz'a geldik.

Bu gün La Paz'daki son günümüz. Birdaha bu kadar biriktirip, yazıyı bu kadar uzatmayacağım. Bu defalık böyle olsun.

Yarın Titicaca gölüne doğru yola çıkıyoruz.

4 Haziran 4:44 akşamı ve 9 Haziran 9:44 akşamı, Titicaca Gölün'deki Güneş Adası ve Ay Adasından yapacağım enerji aktarımı ile 2 toplu meditasyon gerçekleşecek. Etkinliğin adı "Şifacıların Uyanışı" Detaylar facebook etkinlik sayfasından öğrenebilirsiniz:



Bütünün en yüksek hayrına olsun.
Ve öyledir
Şükürler olsun.

---
Bu blog sayfasını ilk kez bu yazı vesilesiyle ziyaret ediyorsanız "Nedir" sayfasına göz atmanızı tavsiye ederim.

Uzaktan görü şifa seansımızla ilgileniyorsanız, Heaven Earth Şifahane Blogumuzda, seanslar sayfasına göz atmanızı tavsiye ederim. ( http://yuuka-and-wings.blogspot.com/?m=1 )

Mucizeye yolculuk blog yazılarının dilediğiniz kadarını sosyal medyada paylaşmakta özgür hissedin. Bu blogun amacı ilham kaynağı olmak.

Mucizeye yolculuk blog yazılarının bir bölümünü ya da tamamını bir dergi ve ya kitapta yayınlamaksa isteğiniz bana email yolu ile ulaşabilirsiniz.
strongwings121212@gmail.com

Mucizeye yolculuğumuzu maddi manevi desteklemek istiyorsanız, yine aynı email adresiyle ulaşabilirsiniz.

Koşulsuz Sevgiyle





Tuesday 23 May 2017

15. Bağımsızlık ve Yalınlık- Sucre, Bolivya

Yazılacakların bardağı öyle doldu ki, bu sabah dört'te uyandırdı beni ve kalk yaz, dedi.

 

Santa Cruz'dan Potosi'ye, yaklaşık 12 saatlik bir otobüs yolculuğu yaptık.
Tam yolculuğa başlamadan evvel Maya ateşlendi. 30 C Aconite homeopati ilacı yarım şişe suya karıştırıp gece boyunca 5-6 kez verdik. Sabah 6 'da Sucre'ye vardığımızda 1 defa istifra etti. Sabah 7'de otelimize varıp, 2 saat uyuyup uyandığındaysa hiç bir şeyi kalmamıştı. Nerdeyiz, diye sordu. "Yeni evimize mi geldik?"  

(Homeopati antik zamandan gelen bir bitki özleriyle şifalandırma yöntemi).

(Tüm doktorlara ve tıp insanlarına en içten saygı ve sevgimle) Maya'yı batı tıbbının, insanlığı ilaç bağımlısı yapan, bağışıklık sistemini kıran, kendini şifalandırma gücünü çalan yöntem ve dayatmalarından koruyabilmek için hastanede değil, evde doğurmuştuk. Duyan da doğumu ben yaptım sanacak. Aslında yarı yarıya ben de yaptım diyebilirim. Yuuka'yla doğum anını beklediğimiz saatlerde adeta bir olmuştuk. Onun çektiği sancıyı hissedebiliyordum. Yarı çıplaktık.  Kış soğuğu bir gece, doğum odamız sıcaktı; oda mum ışıklarıyla aydınlanıyordu; cd çalarda Reiki enerjisi ve Yunus seslerinin karışımı, sakinleştiren bir müzik çalıyordu. Yuuka eski çağlardaki kadınların yaptığı gibi, doğumu ayakta durarak karşılıyordu ve ben kimi zaman sırtına masaj yapıyor, kimi zaman sıcak sulu havlularla karnını, belini, sırtını ısıtıyordum. Birlikte evrenden inmekte olan enerjiyi sese dönüştürüp chanting yapıyor, yunusların sesine karışıyorduk. 
5 saatlik doğum sancısından sonra, saat sabah 04:55'ti Maya'nın saçları gözüktüğünde; sonra da kafası. Boynuna dolanmış kordonunu çekip başı serbest bıraktığımda... Sonra bütün bedeniyle bir balık gibi, rahim suyuyla birlikte dışarı fırlarcasına çıktığında...
Havada yakalayıp yüzümün önüne getirdiğimde, ağzını ve burnunu dolduran sıvıları emip tükürdüğümde ve o nefes almaya başladığında... Gözlerini açtığında... Kısaca ağlayıp, sonra gülümseyip sakalımı çektiğinde, saat hep 04:55'ti.
Zaman mı donmuştu neydi? 
Adeta donmuştu. Odayı, bedenlerimizi, varlığımızın derinliklerini titreten bir nevi orgazm veren, o büyük kozmik enerji dalgasını süren Maya, Koruyucu Melekleri ve Rehber Ruhları, zaman-mekan ağı ve realite algımızı delerek hayatımıza girmişlerdi. 
Yere uzanan Yuuka'nın üstüne koydum Maya'yı. Kendi çabasıyla, iç güdüsüyle memeyi arayıp bulmasını ve emmeye başlamasını izledik hayranlıkla. Göbek bağını kesmedik dört gün boyunca. Kapılarımız kilitli, telefonlarımız kapalı, en ilkel ve en kutsal kadın-erkek-çocuk-aile deneyimimizdi bu. 
Göbek bağını organik calendula yağıyla yağlayıp tertemiz bezlerle sardık. Dört gün içinde göbek bağı kurudu ve sonunda kendi kendine düştü. 

Bu kısa süre içinde Maya, bizim pek çok hayat ve bu hayatın pek çok senesi boyunca, türlü zorluklar neticesinde öğrendiğimiz ve hala öğrenmekte olduğumuz iki derin, iki ruhani dersi, hayatının ilk günlerinde edinmiş oldu. 

Birincisi, kendini hazır hissettiğinde kendi çabasıyla dünyaya gelmesi (hiç bir ilaç zorlaması olmadan) ve yine iç güdüsüyle ve çabasıyla, yardım almadan memeyi bulup emmesinden doğan, hayatta kalmak için kimsenin yardımına ihtiyaç duymaması ve iç güdülerine kuvvetle güvenmesi.
İkincisi, göbek bağını artık ihtiyaç duymadığı anda, kendi rızasıyla bırakmasından doğan, eklentileri bırakma gücü.

Bağımsızlık ve yalınlık. Bu iki değeri ne derece sindirebildiğimiz, hayatımızın şeklini, rengini, kokusunu belirliyor.
Bağımlılıkları ve ağırlıkları olan insanların enerjileri donuk, çürük, gri, ağır, kederli, korkak...
Bağımsız ve yalın olan insanlar ise bir o kadar akışta, hafif, ışık, parlak, mutlu, özgür...

Yuuka ve ben, bağımsızlık ve yalınlık yolunda nice dersler aldık. Korkularımıza rağmen yürüyebilmeyi ve en sevdiğimiz dediğimiz şeyleri ve kimseleri sevgiyle bırakabilmeyi öğrendik. Sucre'deki son günümüzde yaşadığımız olay ise, daha hala alacak dersimiz olduğunu, bu konuda sindirecek değerler kaldığını bize gösterdi. 

Onu anlatmadan önce, biraz başa döneyim. Sucre'ye vardık. 16-17. Yüzyıllar İspanya'sı tadında, katedrallerle, irili ufaklı kiliselerle, uzun beyaz sütunlu binalarla dolu; Arnavut kaldırımlı sokaklarıyla, sevimli, küçük bir şehir bu Sucre; diğer pek çok Bolivya şehri gibi. Kalbime acı veren de buydu.

 

Dünya Anneyle barış içinde yaşayan yerli halklar, kendini evrimde diğer varlıklardan üstün sayıp, bütün dünyayı ve insanlığı yönetmek isteyen karanlık varlıkların avucundaki devletler tarafından saldırıya uğramasaydı, evrimleşmeleri huzur ve barış içinde devam edebilseydi, bu gün dünya nasıl bir yer olurdu? Biliyorum ki evrende sebepsiz ve gereksiz, rastlantısal tek bir olay olamaz. Her şey Yaratan'ın ilahi planında var ve bütünün evrimi, aydınlanması için gerekli. Kalbimde duyduğum acının asıl sebebi o yerli halkların yaşadığı acılarda benim de henüz bağışlayamadığım bir payım olmuş olmasıydı. Bir asker, bir general, bir devlet lideri olarak değil; bir rahibe olarak. 

Gemiler dolusu İspanyol askeri, peşlerinde onlarca rahip, yüzlerce iş gücü oluşturacak insanla birlikte bu topraklara ulaşmıştı. Savaş taktiği bilmeyen, gece silahlanıp nöbet bekleyen ama gündüz düşman beklemediği için tarlasında, işinde gücünde çalışmaya giden bu yerli halkın üzerine çullandılar. Önce fiziksel dirençlerini kırdılar. Sonra geri kalanların akılsal ve ruhsal dirençlerini kırdılar. Bu noktada rahip-rahibe misyonerler onlara korkmaları gereken bir Tanrı olduğunu, onun cehennemiyle cezalandırıp, cennetiyle ödüllendirdiğini anlattılar.

Ben oradaydım. Bunu kalbim biliyor. 

2400 metre yükseklikteki Sucre'nin sokaklarında dolaşırken içimden hiç kiliselere girmek gelmedi. Her yerde Coca cola afişi, hollywood hayranlığı, İspanyol askeri adetlerinin devam ettiği, şehir  meydanında marşlı bandolu sabah bayrak töreni; bayrak Bolivya bayrağı olsa da selam durdukları büst bir  İspanyol generalinin büstü. Sokak başlarında televizyonda Amerikan güreşi izleyen topluluklar, tişörtlerinde karanlığın sembolleri gençler. Bolivya'nın yerli halkını nasıl kırdılarsa zamanında ve sonra emperyalist sistemi nasıl giydirdilerse üzerlerine, öyle kalmış.
Muhakkak güzel şeyler ve büyük uyanışlar da oluyordur bu ülkede. Dünya üstünde tek bir ülke yoktur ki bu uyanış çağından payını almasın. Çünkü büyük uyanışın katalizörü olacak olan ruhlar dünyanın her bir yerine serpiştirilmiş ve ruhani görevine uyanmıştır, uyanmaktadır, uyanacaktır.

Ayaklarım sonunda beni Recoleta Manastırına getirdi.

 

Manastırın girişinde, soy ağacı benzeri bir tabloda bu manastıra öğretmenlik ve yöneticilik yapmış kimselerin tarihi çizelgeye göre resimleri ve adları vardı. Orada kalmak istediysem de rehberimiz bizi beklemeden ilerlediği için tablonun resmini çekip peşinden koştum. Yuuka ve Maya turist modundaydı ama benim kollarımın tüyleri ayağa kalkmıştı. İçimden de ağlamak geliyordu. Karışık koridorlarda, kapısı ziyaretçilere kapalı bir bölgenin önünden geçerken durup rehbere sordum:
"Bu taraf öğrencilerin yatak odaları mı?"

Evet, dedi.
 Gözlerim doldu.
Biliyorum, dedim. Ben burayı biliyorum.

Kendime hakim oldum.

Sonra bahçede 1500 küsür yaşında bir ağacın yanına getirildik.

Bir rahibeydim burada ve bu ağacın karşısında pek çok oturup onu izlemiştim. 

Ağaca sarıldım. Sarılırken birden kuvvetli bir vizyon açıldı aklımda. Daha önce duymadığım kadar kuvvetle duydum rehber ruhumun sesini:

Vizyonumda manastırın girişinde görüp resmini çektiğim öğretmen ağacı vardı.
Ses ise, Sen ağacın onaltıncı dalındasın, dedi.

Telefondaki resmi açtım. Yukarıdan aşağıya doğru saydığımda en alt dal 16. daldı ve hiç tereddüt etmeden soldaki dala ve hiç tereddüt etmeden o daldaki bir kadının resmine baktım. Bu bendim, dedim. 

Sonra yaşlı ağaca bir kere daha sarıldım. 

"Geçmiş yok, gelecek yok. Spiral evrensel zamanda yalnızca bu An var."

Bu an'da, 1601 yılında Rahibe olan Ben ve 2017 deki Ben bir birimizi hissettik.
O, geleceğe dair evrensel bir sezgi edindi. Bense, onun Bolivya'nın yerel halkı için duyduğu endişeyi, üzüntüyü duydum. O ağaca dokunuyordu; ben sarılıyordum. Kendimi sevdim. Tüm boyutlarda, tüm zamanlardaki beni sevdim. Hepsi bir enerji, Bir Bilinç, BİR.

 

 

 Maya'nın hayatının ilk günlerinde edindiği, bizimse Sucredeki son günümüzde bir kere daha testine tabii tutulduğumuz eklentileri bırakmak ve yalınlıkla ilgili sınavımızı bir sonraki blog yazımda paylaşacağım.


Bütün varlıklar kendilerini bağışlasınlar. Bütün varlıklar kendilerini sevsinler.
Bütün varlıklar bu ayrılık yanılgısından uyansınlar!

Ve öyledir
Şükürler olsun.


Aşağıdaki fotoğraf Recoleta Manastır'ının önündeki meydanda, gün batımında çekildi. Bu gün batımını kaçıncı izleyişim?
 

---

Bu blog sayfasını ilk kez bu yazı vesilesiyle ziyaret ediyorsanız "Nedir" sayfasına göz atmanızı tavsiye ederim.

Uzaktan görü şifa seansımızla ilgileniyorsanız, Heaven Earth Şifahane Blogumuzda, seanslar sayfasına göz atmanızı tavsiye ederim. ( http://yuuka-and-wings.blogspot.com/?m=1 )

Mucizeye yolculuk blog yazılarının dilediğiniz kadarını sosyal medyada paylaşmakta özgür hissedin. Bu blogun amacı ilham kaynağı olmak.

Mucizeye yolculuk blog yazılarının bir bölümünü ya da tamamını bir dergi ve ya kitapta yayınlamaksa isteğiniz bana email yolu ile ulaşabilirsiniz.
strongwings121212@gmail.com

Koşulsuz Sevgiyle

Sucre'den fotoğraflar:
 
Bir vejeteryan öğlen yemeği. ( 3 farklı çeşit patatez, misir, soğan turşusu ve sebzeli pilav)

 
Dine davet eden genç bir rahip.

 
Kaldığımız evin çamaşır makinası-         tam manuel ( yardıma gelmiş beyaz orblar görüyorum)

 

Maya Bolivya yerli şapkalarını deniyor ve çok eğleniyor.

 

Yuuka akşam yemeği için alışverişte. Mutfak bulduğumuz sürece kendi yemeğimizi kendimiz hazırlıyoruz. Daha ucuz ve daha sağlıklı oluyor.

===


24th May 12:12

Thursday 11 May 2017

14. Baş Melek Mikail'in ışığında 4 gün- 2430 km

Alto Paraiso'daki so günümüzde, Paralel 14 olarak işaretlenmiş, Machu Picchu'dan gelen enerji hattının Alto Paraiso'ya bağlandığı noktaya ulaştırıldık. Bu alandaki enerjiyi bekleyenlerine ulaştırmak niyetiyle chanting yapıp kaydettik. (Ses dosyasının büyüklüğü nedeniyle henüz yükleme şansım olmadı. Vakti geldiğinde...)

2 farklı enerji... 2 chanting



Aynı akşam, Yuuka ve Maya uyuduktan sonra, bulduğumuz kristalleri toparlarken gelen enerji, aldı götürdü ellerimi. Taşları ayrı ayrı yerlere koydu. Yere düşmüş çiçeğin yapraklarını ve saplarını kullandı. Sonunda bu grit (ağ) ortaya çıktı. O bilinç işini bitirdiğinde bana yalnızca meditasyon yapmak kaldı. Yüksek enerji bedenimi titretti ve topraklandı. 

Gaia Anneme, Alto Paraiso'ya şükrettim.

(Bir süre bakarak, davet ederek, enerjinin esansını varlığınıza alabilirsiniz)


Ertesi sabah çadırımızı, çantalarımızı toparladık. Ayrılmamızdan 1 saat evvel, önceki blog yazımda tanıttığım Adil çıkageldi. Kendisine kısa bir şaman davulu meditasyonu  verme fırsatım doğdu; rehber ruhları ile tanışması niyetiyle. Sarıldık, vedalaştık.

Çantalarımızı sırtımıza takmadan evvel kısa bir meditasyon yapıp, dua ettik. Yuuka Baş Melek Mikail'in koruyucu mavi ışığını üstümüze-etrafımıza çağırdı. Işıkla kuşandık ve çok uzun yolculuğumuzun ilk otobüsüne bindik.
Alto Paraiso - Brasilia (4,5 saat)
Amacımız kara yoluyla Bolivya sınır kapısına ulaşmaktı.






Bir sonraki otobüsümüsü 5 dakika farkla kaçırınca o geceyi otobüs terminaline yakın bir otelde geçirdik. Her şeyin hayır olduğunu bilerek, yolumuzu aydınlatan ışığa güvenerek...

Brasilia-Campo Grande 19 saat sürdü.

Bir ertesi günün öğlen saatlerinde Campo Grande'ye vardık. Çantalarımızı bagaj emanetine bırakıp küçük şehrin merkezine gittik.
 Tutulan kemiklerimizi harekete geçirip, şehir sokaklarında dolaştıktan sonra, akşama doğru otobüs garına geri döndük.
Sonraki otobüsümüz gece yarısı kalkıp bizi Sınır kasabası olan Corumba'ya götürecekti. 
Gece gar soğuk ve tenhaydı.
Bir ara hırsız olduğunu sesdiğimiz tehlikeli bir adam dadandı etrafımıza. Gidip gelip çantalarımıza bakıyor, onca yer varken dibimize oturuyor ve bakmadığımızı sandığında üstümüzü başımızı inceliyordu. Herhangi bir fizksel hareket olmadıkça tepki göstermemeye karar aldık ve gözlemlemeye devam ettik. Bir türlü harekete geçemeyişinin sıkıntısı belliydi. Sonra çok yakınımıza bu güzel insan geldi:



Telefonunda uzun bir ses kaydı doldurdu. Sesli sesli konuştu. Sesinde yumuşaklık ve sevgi vardı. Portekizce bilmediğim için anlayamasam da, kalbim adamın Tanrı'dan aldığı ilhamı sese dönüştürmekte olduğunu anlıyordu. Öyle ki hırsızı unuttum. Gözlerimi kapayıp dinledim kimi zaman.

Bir ara adam bize döndü ve konuştu:

Amor Amor Amor, Universal Amor.

Sonra kollarımızı açıp bu anı beklermişçesine birbirimize sarıldık. Hırsız bizi izliyorduysa kim bilir ne kadar şaşırmıştır.

Çok sınırlı sayıdaki İngilizce ve İspanyolca kelimelerle konuşup anlaştık. İsmi Davit. Anladığım kadarıyla Ruhani konularda yazan bir yazar. 

Bizimle aynı otobüse bineceğini ve aynı şekilde Bolivya'ya çıkacağını öğrendik. Bize sınır kasabasında ve geçişte rehberlik edeceğini söyledi. İçimize su serpti. Gece boyunca bir kaç kere daha sarılıp karşılıklı
Amor, amor, amor, Universal Amor
Love, love, love, Universal Love
Aşk, aşk, aşk, Evrensel Aşk, dedik.

Otobüste de, numaralı-biletli 60 küsür koltuk arasında gelip tam önümdeki koltuğa oturduğunda bir kere daha güldük birbirimize. 

Ah evrensel Aşk, sen ne yücesin...nasıl sonsuz, nasıl koşulsuzsun... 
şükürler olsun.

((Yaratanın Gücü olan, Baş Melek Mikail yardımını çağıranları korur.))

Sabah 6 da Corumba'daydık. Gara 5 km uzaklıktaki sınır kapısına tam 2 otobüs değiştirerek 40 dakikada vardık.
Davit bizi Brezilya çıkış Polisinin önüne getirip bıraktı. Veda ettik. Sonra Bolivya girişine doğru giden köprüden dönüp gözden kayboldu.
(Neden çıkış polisine uğramadığıysa soru işareti olarak kaldı...) (kim bir ülkeden çıkış mührünü almadan çıkar ki...)(???)



Önümüzde 2 seçenek vardı. Dinlenme ve asıl gideceğimiz yerlere aktarma istasyonumuz olarak kullanacağımız Santa Cruz De La Sierra 'ya otobüsle ya da trenle gidecektik.
Tren yolculuğu 10 saat daha uzun sürse de onu seçtik. 3 günlük otobüs yolculuğundan çok yorulmuştuk.

Bu trene Death Train; Ölüm Treni deniyormuş. Sarı humma salgını esnasında  hastalığa yakalananları uzak ücra bir yerde ölsün diye Santa Cruz şehrinden çıkarıp sınıra yakın bu kasabaya göndermişler. 

Biz bu bilgiyi öğrenip, "hımmm" deyip, trene bindik.




Bütün varlıklar rüyalarından uyansın!

18 saat yolculuğun ardından Santa Cruz'a da vardık. 4 gündür yediğimiz en lezzetli şey olacak olan peynirli lokmayı sokak üstüne açılmış bir tezgahta görüp şükranla yedik.

Varmak çok güzel bir his. İnsanın bedenindeki bütün kaslar gevşiyor.
(Bardaktaki içecek mısırdan yapılmış sıcak, tatlı, karanfil ve tarçınlı bir içecek. Adı Api'ymiş.)



3 gündür bu şehirdeyiz ve bu gece son gecemiz.

Dünyanın Kristalize Kalbi olarak bilinen 3700 metre yükseklikteki tuz gölüne gideceğiz. Suyun kuru olduğu bu dönemde bir tuz çölü. Uyuni. İlahi Dişi Enerjinin Dünya üstündeki en önemli merkezi.

Bedenlerimizi yüksekliğe alıştırabilmemiz için önce Sucre, sonra Potosi şehirlerine gidip ikişer gece konaklayacağız. (2800 ve 4000 metre).
Aşağıdaki resimler Santa Cruz'un küçük şehir meydanından.







Yukarıdaki, boyutları anlatan sembolik çalışmayı bir Jesuit katedralinde gördüm.
12 boyut. En altta Pineal Gland var. Bütün boyutları delip geçen bir enerji kanalı var. Hepsinin üstünde bir melek...



İsa Peygamberin arkasındaki boyut kapısı Kutsal Dişi'ye işaret ediyor.





Sucre, Potosi, Uyuni...

Attığımız her adım, aldığımız her nefes bütüne hizmet olsun. 
Şükürler olsun.



Wednesday 3 May 2017

13.Alto Paraiso- 3. Yazı- Ses ile şifa dosyaları

Belki milyonlarca ton quartz kristalin üzerinde yürüyoruz. Öyleki, şelalelere uzanan tozlu patikalarda yürürken normalde bir taş dükkanında görüp almak isteyebileceğiniz güzellikte kristaller buluyoruz.
Burası Alto Paraiso; anlamı, Yüksek Cennet.

 

 

 

 
(Bu patikalarda kilometrelerce çıplak ayakla yürüdük. Yerden gelen enerji çok kuvvetli.)


Quartz kristalin frekans titreşimi ışık hızından daha hızlı. Ne su ne de katı madde sayılıyor. Taç çakra ve daha yüksek çakraları açıyor. Yaratan'ın Beyaz Işığını getiriyor.

Burada yaşayan her kesin aydınlanmış olduğunu sanırsanız yanılırsınız. Evet, bu yüksek frekansa çekilen çok sayıda güzel kalpli insan var. Hatta bu dünya dışından ışık varlıkları da... Onlarca farklı ruhani gurup, İlahi Aşk'a çıkan farklı patikaların, farklı akımların temsilcileri olarak buradalar.  Buna keza, kasabanın barından çıkmayanlar da vardır, tecavüz ve ya hırsızlığa kalkışabilecek insanlar da...

Her kes bir kristale dokunabilir ama her kes onun ışığına bağlanamaz. Onu yalnızca katı bir madde olarak gören, derinliğini sezemeyen bir kimse o kristalin yaydığı enerjiden yararlanamaz. Bağ niyet ile kurulur ve sonra enerjisel alış veriş başlar. 

Yeryüzü Annenin, Gaia Annemizin izniyle, vardığımız her yeryüzü çakrasından az miktarda taş-kristal topluyoruz. Bu taşları-kristalleri, "Mucizeye Yolculuk'a" maddi manevi destekte bulunmuş ve bulunacak dostlara, geri dönüşümüzde yapacağımız bir etkinlik ile, söz verdiğimiz gibi dağıtacağız.  Abadiania ve Alto Paraiso kristallerini posta yoluyla, bu gün, evimize gönderdik.
Enerjiler seyahat etmek istiyor. Büyük planda her bir yolculuğun amacı var. Kristallerin bu yolculuklarına kanal olduğumuz için ayrıca mutluyuz.

Yüksel Cennet'in kutsal şelaleleri, sonsuzcasına miktarda, mikro kristal parçacıkları taşıyor. Altında oturmak, meditasyon yapmak, şükretmek Özümüzün bize bu ömürde sunduğu en büyük hediyelerden biriydi. John of God'ın sert şifalandırmasından sonra temizlenen ruhani yaralarımıza yumuşak, kapatıcı merhem oldular sanki.

Yine, bu şelaleleri bir turist olarak ziyaret edip, onların ruhuna bağlanmayan ve derin faydalarını alamayan insanlar da çoktur.

Dünyanın öbür ucundaki bu enerji alanına bağlanmanız, bu kutsal ruhlara bağlanmanız ve aktardıkları şifayı alabilmeniz için, enerjilerin üstümüzde bıraktığı etkiler ile yapıp kaydettiğimiz 2 chanting'i (ses ile şifa dosyasını) bütünün hayrına size sunuyoruz. Onları 2 garip şarkı olarak düşünüyorsanız vaktinizi boşa harcamayın derim. Derinliğini seziyorsanız, çekim gücünü seziyorsanız, dinleyin derim.

Gelen enerjiye bağlanıp, getirdiklerini almaya niyet etmeniz ve şükretmeniz yeterli. Herşey Yaratan'dan, Herşey Yaratan'ın... Herşey O.

Loquinhas şelalesinde yaptığımız ilk chanting'te gelen evrensel ışık, omurga enerjimizi temizleyip, kundalini enerjimizi yükseltti. 

(Kulaklık ile dinlemenizi önemle tavsiye ederim.)
(Tekrar tuşu ile 30 dakikalık bir meditasyon da yapabilirsiniz)



---
Aynı nehirin başka bir kolundaki şelalede yaptığımız chanting'te ise insanlığa unutulmuş bir boyut kapısı açıldı. Bu, doğa ruhlarına açılan kapıydı. Onlarla yeniden iletişim kurmamızı istiyorlar. Bunun için hazır bekliyorlar. Bu hatırlayış bütünün en yüksek hayrına olsun.





------

Yüksek cenneti ve deneyimlerimizi bir nebze olsun fotoğraflarla da aktarmak istiyorum.

 
Akşamları uğrayıp bir bardak meyve suyu ya da kahve içtiğimiz, patlamış mısır yediğimiz kafede Maya dans ederken...

 
Loquinhas Şelalesi


 
Çoğu şelaleye yalnızca otostopla gidebiliyorsunuz. Araba geçerse...

 
Altında oturduğunuzda önce nefesiniz kesiliyor, sonra 3. Gözünüz 90 derece yukarı dönüp özünüze doğru bakıyor. Bir kaç dakikalık bir meditasyon, sanki saatlerce yapılmış bir meditasyon gibi geliyor.

 
 
Kendini sevdiren kelebek...

 
Başmelek Şelalesi ( Portekizce ismini unuttuysam da anlamı buydu)

 
Kristais Şelalesi

 
Maya her şeye hayretle bakıyor ve onlarca soru soruyor


 
İkiz aleviyle bir olmuş ağaç ❤️
(Dikenli olduğu için sarılamadığım ağaç)

 
Haftanın 3 günü kurulan organik pazar.    3 kilo muz 5 lira. 1 kilo mısır 3 lira

 
Pazarda çocukların yüzlerini boyayarak harçlığını çıkartan İsrail'li gezgin.

video: Oyuncu kedi Maya

 

 
Bir ses şifa çalışmasına katılıp, katılımcı olmayı deneyimlemek istedim. 6. Hissi çok kuvvetli olan şifacı, elini uzatıp sordu: 
"Sen gitar çalmayı biliyor musun?"
Biraz, diye cevaplayınca...

Sanskrit mantraların okunduğu , saf inanç enerjisiyle yükseldiğimiz bir geceydi.

Hoşçakal Yüksek Cennet
Sırada Bolivya var. Kara yoluyla gideceğimiz bir kaç bin kilometre...

--

10 gün içinde uzaktan görü şifa seanslarımızı yeniden başlatacağız. İlgileniyor ve daha fazla bilgi edinmek istiyorsanız lütfen Heaven Earth Şifahane Blogspot sayfamızı ziyaret edin. Aradığınız bilgiyi 'seanslar' sayfasında bulacaksınız. http://yuuka-and-wings.blogspot.com.br/

Alto Paraiso'daki son günümüzde 14. paraleldeydik. Machu Picchu yeryüzü çakrasından, Alto Paraiso yeryüzü çakrasına doğru gelen enerji hattının - lay line' ıüstündeydik. Buradaki deneyimimizi, fotoğraf ve ses kayıtlarını bir sonraki blog yazımda paylaşacagım.

Bu yolculuğun önemli hedeflerinden biri yolculuk boyunca yazacağım blog yazılarımı ve hayat hikayemizi bir kitap olarak toplamak ve bütünün hayrına yayınlamak. Bu kitabı oluşturmak ve yayınlamak isteyecek bir tanıdığınız var ise tanışmamıza aracılık etmenizi rica ederim. Yazılan bütün satırlar ihtiyaç duyanlara ilham olsun ve bütüne hizmet etsin.