Thursday 20 July 2017

19. San Pedro (Huachuma) Büyük Baba ve Ayahuasca Büyük Anne, Kutsal Vadi - Peru

Hastalık-şifa-tekamül-tekamül yardımcıları üzerine...

Ruhtan inen (yansıyan) enerjiyle, hayat denilen bu varoluş serüveninde an ve an oluşuyoruz ve oluştuğumuz şeyi deneyimliyoruz.
İnsan, ruhundan gelen isteklere kulak tıkadığında, ruhtan inenen enerji, akışkanlığını, parlaklığını, o yüksek frekansını kaybediyor. An ve an hayatı yaratan, daha doğrusu hayatın ta kendisi olan bu enerji sönükleşerek  kişiyi ileri taşıma gücünü kaybediyor. Ruhunun iradesine, yani Tanrısal iradeye kulak kapatanlar, sanki gece sürüşünde arabanın farlarını söndürmüş gibi oluyorlar. Sonsuz yardım, şefkat ve sevgiyle dolu olan bu evrende, yalnızlarmış, yardımsızlarmış gibi, karanlıkta yürüyorlar; duygularına kör, akılları karışık ve bedenleri esnekliğini yitirmiş, hastalanmış olarak.

Bu tekamül yolculuğunda tek başımıza, yardımsızca ve karanlıkta mı yürümeliyiz?
Yok mu bizi elimizden tutup çekecek, 'gel, yol burası' diyecek; hatta cephede yaralı arkadaşını koruyan asker gibi, sırtına alıp koşacak kimse? Yok mu bir kurtarıcımız; bir ilaç ya da bir şifacı, bir ruhani öğretmen?

Böyle bir kurtarıcı yok. Kurtarıcımız yine biziz. İçimizdeki lambaları yakacak olan biziz. Hiç bir şifacı, hiçbir ilaç, hiç bir ruhani öğretmen bizim tekamül yolumuzu bizim için yürüyemez, bizi şifalandıramaz. Ancak yardım istersek, bize mükemmel bir ayna olur. Hem bilinçaltımızdaki karanlığı hem bilinç üstümüzdeki aydınlığı bize olduğu gibi yansıtır. Bu aynada durumumuzu görür, anlar ve aydınlığa doğru yeni seçimler yapmaya başlarsak, yani ruhun isteğiyle uyumlu bir akışa başlarsak, kendimizi şifalandırmış oluruz.

Yardım hem var, hem de yok...

Şifa bize tutulan bir aynayla geliyorsa, hayatımızın her anı şifalanma potansiyelimiz var demektir. Çünkü etrafımız, irili ufaklı aynalarla dolu. Karşımıza çıkan her varlık bize bir ayna. Duyar, görür, anlarsak kızdığımız bir kimse, karanlık olan duygu ve düşüncelerimize ayna; bir kuş cıvıltısı ise doğamıza, güzelliğimize, ışığımıza ayna.

Gerçek rehber ve şifacı olan bir insan, yahut bitki, taş ya da hayvan ruhu bakabileceğimiz büyük bir aynadır.

Bu yazacaklarımı, Ayahuasca Büyük Annenin bana izin verdiği gibi yazıyorum. Dün gece bir seremonide içtim. İlacı hala, hem fizik bedenimde, hem de koşulsuz seven, merhametli, annecil enrjisiyle auramda.

Böyle dedi Ayahuasca Anne:

"Ben seni şifalandırmıyorum. Ben sana, seni yansıtıyorum ki göresin, bilesin, yaptığın tüm seçimlerin seni getirdiği son durumu... Dilersen sana gelecek olasılıklarını da gösterebilirim. Şu anda yürümekte olduğun yolun seni nereye vardıracağını, ve değişik seçimlerde bulunursan nereye varacağını... Ben geçmişinin, bu anının ve geleceğinin aynasıyım. Seçim senin"

Bu mesajın geldiği an benim için aydınlatıcı bir andı.

Daha başa gitmeli ve hem hikayemizi hem de ilaçla ilgili bilgiyi biraz daha açmalıyım.

Kutsal Balık

En son Blog yazısını yazdığımda, Peru-Titicaca gölü kenarında, Puno isminde bir kasabadaydık. 21 Haziran gündönümü seremonilerinden sonra, kalbimize doğan yeni bir isteği takip ettik. Uzun zamandır vejetaryan hatta büyük oranda vegan olmamıza rağmen, balık yedik. Bu, ruhumuzdan gelen bir istekti. Titicaca Anne, "yeyin çocuklarım, bu benim sizi kutsayışımdır. Işığınızı size yansıtışımdır", dedi. Bir dua olarak, bir seremoni olarak, balığın ve Titicaca'nın ruhuna şükranla yedik. Böyle bir lezzet olamaz. Yerken gözlerim yaşardı mutluluktan ve şükran duymaktan.  Balığın ruhu da mutluydu, Titicaca Annenin de, ve biz de. Eğer bu arzuyu aklımızla yargılasaydık, vejeteryan olmayı bir kimlik haline getirmiş oldaydık, bu balığın bize getirdiği fiziksel ve ruhani şifalanma olasılığını kullanamazdık.

Sonra kalbimize yeni istekler doğdu. Onları takip ederek Cusco şehrine geldik.

Cusco, bolluk, bereket, ve kuvvetli ruhani enerjisi nedeniyle insanları kendine çekmiş, İnca halkının üzerinde, köyler, kasabalar, tapınaklar kurduğu, Kutsal Vadi'nin kenarında bir şehir.

Cusco'dan da, Kutsal Vadi'nin karşı yakasındaki küçük bir kasaba olan Calca'ya davet edildik ve çekildik.

Kutsal Vadi & Vamoss

Zeynep ve Serdar ismindeki iki kardeşimiz bizi Cusco'dan alıp Calca'ya getirdiler ve hoşgeldin yemeğiyle de karnımızı doyurdular. Onlar, varlıklarını tatmin etmeyen, eski düzenlerini ve yaşamlarını arkalarında bırakıp, kalplerinden gelen arzuyu takip ederek, Peru'ya yeni bir hayat kurmak için gelmiş 2 guzel dost. Calca'da Cafe açmışlar. Serdar, simit, kek, kurabiye yapıyor. Bir sene de Macchu Picchu'da kalıp, tren istasyonunda gozleme, kofte ekmek ve kek yapıp satarak yaşamışlar. 
Kalbindeki sesi takip etmek cesaret ve tutku ister...


                                                Lemurian Light Zeynep & Serdar

Bizi, başka bir cesur ve tutkulu, Türk arkadaş olan Arda'nin açtığı 'Vamos Türk Evi' ile tanıştırdılar. Burası bir pansiyon ya da otel değil. Kutsal Vadi'nin yamaçlarında, cennet gibi bir köşede, bir ev. Arda olmasa bile ev açık, ve kendi kendini idame ettiriyor. Kalanlar belli bir miktar kalış bedelini eve veriyor. O paranın içinden, mutfaklıklar alınıyor, beraber yemek yapılıyor, beraber ev temizleniyor, evin yeni doğum yapmış köpeği Nefs ve evin kedisi İnti, ortak bakılıyor. Her gün içten ve kardeşçe paylaşımlarla dolu.
Vamoss'da kalanlar çoğunlukla Türk. Uzun yolculukları arasında bir ev molası vermiş yahut, Ayahuasca seremonisi için diyet ve inziva ihtiyacını görmek niyetiyle duraklamış kimseler. Evin büyüsünden midir, yoksa Kutsal Vadi'nin gücü müdür (?); kalanlar birbirlerine mükemmel ayna tutan insanlar ve evden ayrılmakta güçlük çekip, uzun uzun kalıyorlar.
Şimdiden 2. haftamızı doldurduk ve vaktin nasıl geçtiğini anlamadık. Burada bir aile gibiyiz. Yola çıkalı 3 ayı geçmiş. Ev hali çok hoşumuza gitti ve bizi dinlendirdi, aynı zamanda şifamız oldu ve olmakta.






Evin bahcesinde yaptigimiz Dolunay Arinma seremonisinden...


                                    O vakit. Vamoss Ailesi...


Uzun vakittir ismini duyduğumuz, kalbimizde de çağrısını sezdiğimiz, Wachuma Büyük Baba olarak bilinen eril enerjili şifa bitkisi ve Ayahuasca Büyük Anne olarak bilinen, dişil enerjili şifa bitkisiyle tanışmak için uygun yer, an ve bize bu tanışmada eşlik edecek doğru şamanı bekliyorduk.
Sanki o mekana ve an'a çok yaklaşmıştık.
Kaldığımız süre boyunca tuz, un, şeker ve bazı diğer maddeleri tüketmeyerek diyet yaptık ve Ayahuasca Büyük Anneyle karşılaşmamıza, düzenli yoga ve meditasyon yaparak, hem fiziksel, hem psikolojik olarak hazırlandık.

Wachuma- Huachuma-San Pedro 



İlk olarak Huachuma Büyük Baba ile tanıştırıldık. Huachuma, Andes Dağları'nın yükseklerinde yetişen bir kaktüs türü. İçinde, öte alemlere kapı açan, Mescaline isminde bir madde var. Mescaline'in ortaya çıkması için kaktüs kesilip 7-8 saat kaynatılıyor. Bu ilaç, Güney Amerika'da 3000 yıldır şifa içeceği olarak, şamanik seremoniler eşliğinde içilmiş.
Ayahuasca kadar sert olmadığı için, bir şaman eşliğinde olmadan da, tek başımıza içebileceğimiz söylendi.

Bunu şamanik ritüel deneyimleri olmayan birine tavsiye etmem.
Çünkü bu tür seremonilerde alan tutmak çok önemlidir. İlacın alındığı an, insanın zayıf bir anıdır; kendisini güvende hissetmek ister. Şaman- şifacı, hem madde hem ruh alemine hakim bir rehber olarak kişiye emniyette olma hissini verir, alanı ve kişiyi topraklar ve getirdiği ışık ile negatif varlıklardan korur, ilaç enerjisinin bedende akışına destek olur.

Adeti yerini bulması için  3 Huachuma seremonisi yapmaya karar verdik.
Evin anne yürekli ablası Elif ve diğer tüm kardeşlerimiz Maya ile annesi, babası, ablası, abisi gibi ilgilenince, biz de Huachuma seremonisine Yuuka'yla birlikte katılma şansını bulduk.

Arkadaşlarımızın tanıştırdığı, şamanlığından ziyade saflığına güvendiğimiz genç bir Peru'lu kardeşimizle ilk seremonimizi yaptık, ve geri kalan 2 şer seremonilik ilacı kendisinden teslim aldık. İlk seremonimizde gördük ki, ilacın etkisine rağmen kendi alanımızı tutabiliyoruz. O rahatlıkla , o hafta ikinci ve üçüncü seremonimizi de dağa çıkarak, Yuuka'yla birlikte yaptık.



Huachuma dede, bize aynasından neler yansıttı?

Bütün varlıkların birbirinin içinde var olduğunu yansıttı ve birliği deneyimletti.

Yanında oturduğum ağacın yaprağına baktığım vakit, yaprağın her bir zerresinde kendimi gördüm. Sonra kendime baktım ve kendi varlığımın tüm zerrelerinde o yaprağı gördüm. Sonra baktığım her şeyin tüm zerrelerinde kendimi ve içinde bulunduğum dünyayı gördüm. Sonra tüm zerrelerimde, bütün varoluşu gördüm. Fractal geometri... Herşey birbirinin içinde. Her bir zerrecik bir evren. Damlalardaki okyanuslar...

Meditasyonlarımda birliğin sezgisini deneyimlermişim...
Özellikle son Huachuma seremonisinde, birliği sezmedim; yaşadım.
Seremoniniyi üç defa tekrar etmenin, gelenek olması boşuna değilmiş. Verdiği deneyimler her seferinde biraz daha güçlüydü.
Anda olmayı ve her şeyin bilincinde olmayı deneyimletti. Anda olma farkındalığı, bilirsinizki, ortaya çıkar ve akıldan fırlayan ilk düşünceyle birlikte ortadan kaybolur.
İlacın ruhu, yaklaşık üç saat boyunca,  bizi hiç çıkartmaksızın anın farkındalığında demirledi, tuttu. Huachuma Dede, bu yaşattığı deneyimin nektarını, bilincimize akıtmamıza yardımcı oldu.
Yaratan'a, Gaia Anne'ye ve Huachuma Dede'ye adaklarımızı sunduk, davullarımızı çaldık, flütleri üfledik, şükrettik. Bize bahşedilen bu şifayı aldık.
3. Seremoniyi tamamladığımız yerde bu beyaz tüyleri buldum. Yanımızdaki derede yıkarken, Yuuka fotoğraflarımı çekti. Bir çok orb gözükmüş. Daha o sabah, rehber ruhlarımdan fiziksel bir temas rica etmiştim. Fotoğraflara bakarken yine gözlerim yaşardı. Yalnız değiliz...







Sonra, eski yaşamını arkasında bırakıp Peru'ya gelmiş, yaşlı ve güçlü bir Ayahuasca şamanının öğrencisi olmuş, şamanik inisiyasyon yaşamış, 7 senedir de bizzat Ayahuasca seremonileri yapan, Osman Abimizle tanıştırıldık. Kalbinden gelen arzuları onurlandıran bir başka güzel ruh O. Zamanlamamız, koşullar ve enerji, onunla Ayahuasca seremonisi yapmamıza izin vermedi.




Calca'daki ikinci haftamızda, Kutsal vadinin ortasında, kutsal nehirin kenarında, sevgi dolu ve samimi insanların kurduğu ve bir arada yaşadığı küçük, kuvvetli, ruhani bir komün; aynı zamanda ayahuasca seremonilerininde yapıldığı bir şifa merkezi bize bulduruldu.
Seremoniler gece olduğu için, dönüşümlü olarak Maya'yla kalıp, seromonilere ayrı ayrı katılmaya karar verdik.

İlk Ayahuasca seremonisine ben gittim.

Ayahuasca:




Banisteriopsis caapi vine (Ayahuasca) ve Chacruna bitkilerinin karıştırılıp, seremoni ve dualar eşliğinde kaynatılması ile ortaya çıkan şifalı içeceğe Ayahuasca, ruhuna da Ayahuasca Büyük Anne deniyor. Ayahuasca kelimesi, 'Ölüm Sarmaşığı' olarak tercüme ediliyor. Amazon Ormanların'da yetişen bu bitkilerin ilacı, (seremoniyi yaptığım yer için), yine Amazon Ormanların'da yaşayan bir kabilenin şamanı tarafından hazırlanıyormuş.

Chacruna bitkisi, DMT Molekülü (Ruh Molekülü) olarak bilinen bir madde içeriyor. Bu madde, Pineal Gland (3. Göz) ismindeki beynin ortasında bir bezde mevcut; doğumdan kısa süre önce, rüya gördüğümüz esnada ve ölümden kısa süre önce salınıyormuş. Bir de derin meditasyon esnasında salındığına (aktive olduğuna) inanılıyor.
Chacruna'daki DMT, tek başına alındığında aktive olamıyor. Yalnız Ayahuasca ile karıştırıldığında girdiği reaksiyon ile, midede hazmedilip salınabiliyor.
İnsana halüsanatif vizyonlar gösterebilen DMT, büyük öğretmen Ayahuasca ruhu tarafından bir sinema ekranı gibi kullanılıyor ve Ayahuasca Anne bu ekran ile bize görmemiz gereken her şeyi gösteriyor.

Seremoninin yapılacağı tapınağa akşam 4 'te girdim. Kubbeli yuvarlak bir yapıydı. Merkezinde mozaik çalışmayla yapılmış muazzam bir yaşam çiçeği vardı. Çatı daireseldi ve merkezi camdı. İnsanların yattıkları yerden yıldızları izleyebilmeleri hesaplanmıştı. Duvarlarda Ayahuasca şamanlarının yaptığı, ruhlar alemini gösteren tablolar asılıydı. Çember yükseklik olatak 3 kattan oluşuyordu. Yaşam çiçeğinin olduğu en alt katın yarım metre üstünde bir kat, yarım metre üstünde de bir kat daha. Bu üst iki kat düzenli ve aralıklı dizilmiş yer yataklarıyla doluydu. Her bir yatağın üstünde birer battaniye ve birer küçük kova mevcuttu. Çemberin bir ucunda, şamana ayrılmış özel bir koltuk ve çevresindeki ikişer koltukta da çeşit çeşit müzik enstrümanları vardı. Sitar, tabla, harp, flütler, Tibet çanları, şaman davulları...
Tapınağın enerjisi çok yüksekti. Henüz ortada şaman yoktu, ama mekan ruhlar tarafından tutuluyor, topraklanma veriliyor hissi vardı.


(internetten eski bir fotografini buldum.)

Yerimi seçip oturdum. Önce insanlar yavaş yavaş geldiler. Sonra da şamanımız, yanında 4 kişiyle birlikte belirdi. Venezuella'lı, 30'lu yaşlarında, bembeyaz giyinmiş, aurası da beyaz parlayan, meleksi enerjide bir kadındı. Seremoni akşam 7'de başlayacak ve sabah 1'de sona erecekti.
Bizden 'noble silence', sessizlik sözü aldı. Bütün seremoni boyunca konuşulmayacak ve her ne olursa olsun ses yapılmayacaktı. Sağına ve soluna oturan 4 kişi, meditatif müzisyenlerdi. Gece boyunca Ayahuasca şifa chantinglerini çalıp söyleyerek içsel yolculuğumuza eşlik edeceklerdi. Kubbe, yaşam çiçeğinin kenarlarında yanmakta olan 3 mumla aydınlanıyordu.

Şamanımız, bir kasenin içinde yanan, kutsal bitkilerden çıkan dumanı, uzun bir kartal tüyüyle süpürerek,  auramızı yüzeysel negatif enerjilerden arındırdı.
Şimdiye kadar şifa çemberlerinde alan tutan hep Yuuka ve bendim. Onun için bu seremonide geri planda oturmak ve güvenerek kendimi teslim etmek ilk başta farklı, sonra rahatlatmış hissettirdi. Yapmam gereken hiç bir şey yoktu.

Herkesin sırayla, kısa kelimelerle, ismini, geldiği ülkeyi ve Ayahuasca içmesine sebep olan motivasyonu paylaşmasını istedi. Yirmi beş kişi kadardık. Amerika'lı, Peru'lu, İngiliz, Japon ve bir Türk'tük. Bir kişi, 'hayatımda netlik istiyorum, aklım karışık, ne yapacağımı bilmiyorum' dedikten sonra, çoğunluk bu cümleyi tekrar etti.
Sıra bana geldiğinde, ben her zaman duamda yer verdiğim, arzumu bildirdim:

"Yaratan'ın iradesine teslim olmamda ve kutsal olan varlığımı kabulde, ne direncim varsa, onu saf sevgiye, ışığa, birliğe dönüştürmeye niyet ediyor, ve Ayahuasca Büyük Anne'den bu uğurda yardım diliyorum", dedim.

Bundan başka ne isteyebilirim ki...

Üzeri İnca Sembolleriyle işlenmiş, kemikten bir seremoni bardağına Ayahuasca'yı doldurdu. Sırayla, gidip önünde oturmamızı, bardağı elimize aldığımızda Ayahuasca'nın ruhuna bağlanıp niyetimizi içimizden tekrar etmemizi ve sonra bir dikişte, olmuyorsa, en fazla iki defada içeceği bitirmemizi istedi.

Sıramı beklerken, bütün gün boyunca, defaatle seslendiğim, bağlandığım, yüksek benliğime, rehber ruhlarıma bağlandım ve yardımlarını diledim.
Sıra bana geldi ve gidip şamanın önüne oturdum.
Bardağı göğsüne yaslayarak dua etti ve ellerime uzattı.
Bedenime geçen enerji dalgası yerimde titretti ve "wooow" dememek için kendimi tuttum. Elime bu güne kadar aldığım en güçlü kristalden kat ve kat kuvvetli bir enerjiydi. Kırmızı, kekremsi kokulu, tortulu bir içecekti. Kendime gelip gözlerimi kapattım. AYAHUASCA ANNE dediğimde, pembe ve yeşil, iki renkli bir enerji beni sarıp sarmaladı.
Niyetimi, tüm kalbimle hissederek yineledim. Bardağı havaya kaldırıp, "Hayat için" diyerek, bir dikişte içtim. Ağzım ve midem bu yeni ve sert tadı kabul etmeye çalışırken, etrafımı saran pembe ve yeşil enerji karnıma indi. Artık hem fiziksel hem enerji olarak içimdeydi. Karnımın ortasında sert bir top gibi hareketsizce durdu.

Yerime döndüm. Saniyeler içinde fiziksel değişim başladı. Hafif karın ağrısı, hafif bulantı, hafif üşüme. Her kesin Ayahuasca'yı içmesinden sonra mumlar söndürüldü. Artık zifiri karanlıkta ve sessizlikteydik.

İçtikten saniyeler sonra istifra edenler oldu.

Ayahuasca, insanın bilinciyle çalışmaya başlamadan evvel, bedendeki zehirleri toplayıp, istifra, ve ya ishal olarak dışarıya attırıyor. Aceleyle dışarı, tuvalete koşturanlar oldu.
Mide bulantısı, karnımdan başıma doğru, uyuştururan ve yakan sıcak bir enerjiyle birlikte yükselmeye başladı. Sarhoş oldum. Henüz vizyon yoktu. Ölüme doğru yaklaştığım sezgisi vardı. Şükrettim. "Yaratanım, sana teslimim. Eğer son nefesimi vermemse isteğin, şimdi veririm. Tamamlanmamış hiç bir şey bırakmadım geride", diye dua ettim. Şükrettim beni böyle büyük bir öğretmenle karşılaştırdığı ve böyle büyük bir sınavla sınadığı için.

Ayahuasca anneye şükrettim, şükrettim, şükrettim. Karnımdaki pembe enerjinin Ayahuasca olduğunu, yeşil enerjinin Chakruna - Dmt olduğunu şimdi anlıyorum.
Yeşil enerji ve pembe enerjinin ortasında altın rengi enerji patlayarak açıldı. Bu Dmt'nin salınımı olmalıydı. O sıra müzik başladı. Şamanın sesi bir meleğin sesi gibi geliyordu. Farkettim ki artık bedenim benim kontrolüm dışında hareket ediyordu. Şarkıyla birlikte dansetmeye başladım. Ellerim, parmaklarım, boynum, iki yeşil yılan gibi dansetmeye başladı. Ve dansederken , ani, sert, ummadık hareketlerle odanın merkezine doğru, bedenimden çıkan enerjileri atmaya başladım. Mide bulantım giderek azaldı. Ağzım yırtılıcasına defalarca esnedim, gözlerimden yaşlar aka aka. 

Sonra midemde açılan altın enerji tüm bedenimi sarsarak 3. Gözüme, alnımın ortasına geldi. Fizik dünyanın ötesinde açtım gözlerimi.

Bu noktadan sonra anlatacaklarım Ayahuasca'nın bana gösterdikleri. Yalnız, bu dünyaya ait olmayan bu görüntüleri, dünya boyutunun sınırlı dil olanaklarıyla, kelimelerle olduğu gibi anlatabilmem mümkün olmayacaktır. Belki bir nebze esansını aktarabilirim. Renklerin canlılığını, değişkenliğini, keskinliğini, anlatamam.

Parlament mavisi pelerin giymiş, kapişonunu kafasına geçirmiş, beyaz sakallı,  kör bir adam gördüm. Bilge adammış O. Neden göremiyorsun, diye sordum.
Görüyorum, dedi; asıl sen göremiyorsun.

Bir el hareketiyle beni çekti, bedenimden çıkarttı, kendi 3. Gözünün içine soktu.
Sonra görmeye başladım.
Bir Maya piramiti gördüm tam önümde. Tırmanmaya başladım. Ama ben tırmandıkça basamaklar çoğaldı, ayağımın altımdan kayıp gitti. Yukarı doğru koşturdum. Bir taraftan odadaki müziği duyuyor, ne yapmakta olduğumu biliyor, bir taraftan da başka bir gerçekliğin içinde mücadele veriyordum. Karanlık bulutlar çöküverdi. Her yer karanlık oldu, piramit kayboldu.
Öldüğümü bildim. Bilincimin çok ufak bir kırıntısı odayı ve seremoniyi hatırlıyordu; çok daha büyük bir bölümü kim olduğumu, nerede olduğumu unutmuştu. Derinlerde bir yerde, bana bahşedilmiş olduğunu bildiğim beyaz ışığı gördüm. Bu küçük ışık kalbimin merkeziydi.
Sesli sesli konuşarak (gerçekten ses yaptım mı bilmiyorum), şunu ilan ettim:

En karanlık olan karanlıkta dahi, kim olduğumu biliyorum
En karanlık olan karanlıkta dahi, kim olduğumu biliyorum
En karanlık olan karanlıkta dahi, kim olduğumu biliyorum

Ben Yaratan'ın ışığıyım
Ben Yaratan'ın sevgisiyim
Ben Yaratan'ın merhametiyim

Sonra karanlıkta, iblislerin, şeytanların, türlü türlü yaratıkların yüzlerini görmeye  başladım. Hepsi benim savaşmamı istiyordu.
"Savaş benimle" dediler.

Elime kılıç vermek istediler.

Işığıma tutundum.
Tekrar tekrar söyledim:

Ben Yaratan'ın ışığıyım
Ben Yaratan'ın sevgisiyim
Ben Yaratan'ın merhametiyim

Yaratanın sonsuz sevgisi kalbimden sel olup taşmaya başladı. Savaşmamı isteyen bu varlıklar belki benim benlerimdi, egomun parçalarıydı, gelmiş geçmiş tüm yaşamlarımda savaştığım düşmanlarımdı, ve aynı zamanda gerçekten cehennemin ev sahipleriydi. Kalbimden akansa sevgi ve merhametti.
Hüngür hüngür ağlayarak yürüdüm. Bu ağlama onların acısını, nefretini, kederini hissedişimdendi.

Ölmüştüm ve cehennemden geçiyordum. Özüme, ışığa gidebilmem için, buradan geçmem gerekliydi.

Onlara acımıyordum. Onların körlüğüne ağlıyordum. Onlar için iyi dileklerde bulunuyordum. Bir gün sizde göreceksiniz diyordum. Belki 3 saat kadar bu cehennemin içinde ilerledim.
Elimden tutan, çeken, kurtaran yoktu. Bu yol, benim tek başıma yürümem gereken bir yoldu.

Yürürken yürürken, yüzer oldum, uçar oldum. Danseder gibi süzülür oldum. Dalganın ta kendisi oldum.

Bu bilgiyi sindirdim:

"Hayat evrensel enerjinin dansıdır. Bu dansı bilmeyen ölmeyi de bilemez. Çünkü ölüm ve sonrası da danstır."

Sonunda ışığa vardım. Koruyucu meleklerim ellerimden tutarak karşıladılar. Aşağıya baktığımda, boyutları birbirinden ayıran, zar, ya da kılıf gibi, örülmüş bir enerji ağı gördüm. Bütün o karanlığı, orada, olduğu yerde tutuyordu. Bir süre daha ağladım. Bu mutluluk muydu?

Yoksa hala onların üzüntüsüne mi ağlıyordum?

Belki ikisi birden.
Kederi ve sevinci aynı anda yaşıyordum.

Sonra bu ağlayış değişik bir fiziksel acıya  ve aynı anda hazza bıraktı yerini.
Doğuruyordum...
Odadaki varlığımı fiziksel acı yüzünden hatırladım. Müziği duymaya başladım. Doğum tüm gerçekliğiyle devam ediyordu. Kasılmaların arasında, güçsüz kollarımı kaldırıp sakallarıma dokundum.
...ama nasıl?, diyebildim.

Bir gülme geldi bu ilahi şakaya. Gülerken kasılma birden artıveriyor, can acısıyla ağlıyorum, sonra dinince yeniden gülüyorum ve bir taraftan da yükselen seksüel bir haz hissi var. Sonunda zorlu bir ıkınmayla karnımdaki o büyük küreyi çıkartıyorum. Dünya çıkıyor içimden. Cennet gibi bir Dünya. Üstündeki bütün varlıklar birbirine ilahi sevgiyle bağlı, hiç kimse hiç kimsenin canını acıtmıyor. Dünya tüm zehirlerinden arınmış. Işıl ışıl, pırıl pırıl.

Yine cennetteyim... Tırmanan seksüel enerji omurgamı delercesine yükseliyor. Yine odadayım... Gözlerim, öyle hissediyorum ki 180 derece içe dönmüş, dilim geri dönmüş boğazımı neredeyse tıkayacak bir pozisyonda beynime içeriden baskı yapıyor. Ellerim, kollarım havada bir birlerine dolanmış, kenetlenmiş, değişik bir mudra halinde. Bunun kundalininin yükselişi olduğunu biliyorum. Taç çakramdan aşağıya, bütün zerrelerime yayılan haz var. Sonra birden tüm bedenimin kontrolünü geri kazanıyorum ve yorgunca yer yatağına yığılıyorum.
Sanırım bu 5 saat süren bir yolculuktu.

Seremoninin belki son saatiydi. Ayahuasca Anneyle daha bilinçli iletişim kurabildim. Ona sordum:
"Ayahuasca Annem. Bu benim görevim; senin kutsallığını, gücünü, kudretini anlatmalıyım. Seni insanlara nasıl anlatmamı istersin?"

Böyle dedi Ayahuasca Anne:

"Ben seni şifalandırmıyorum. Ben sana, seni yansıtıyorum ki göresin, bilesin, yaptığın tüm seçimlerin seni getirdiği son durumu... Dilersen sana gelecek olasılıklarını da gösterebilirim. Şu anda yürümekte olduğun yolun seni nereye vardıracağını, ve değişik seçimlerde bulunursan nereye varacağını... Ben geçmişinin, bu anının ve geleceğinin aynasıyım. Seçim senin"

O an yaptığım işi, şifacılığı, rehberliği daha iyi anladım. Şimdiye kadar aracılığımla şifa bulmuş birileri var idiyse, onlar kendilerini şifalandırmışlardı.

Birden Ayahuasca annenin içinde beni, benim içimde Ayahuasca Anne'yi gördüm.

Ben Benim
Ben Kutsal Benim.

Yine yaşlar süzüldü gözlerimden.

Bir süre sonra yeni bir şey istedim:

"Ayahuasca Annem, beni, bu dünyanın dışından gelmiş, insanlığın dönüşümüne ve yükselişine hizmet eden, zeki ve sevgi dolu varlıklarla buluşturur musun?"

Ve vücudumun kontrolünü bir kere daha kaybettim. İki elim kalbimin önünde birleşti ve yukarı doğru dalgalanarak yükseldi. Boynum geri yattı, üçüncü gözüm göğe döndü. Frekansım yükseldi, yükseldi...
Kedi yüzlü, insan bedenli bir varlıkla buluştum. Ellerimi tuttu.
"Biz Sirius A gezegeninden geldik. Işık yolunu sizlerle paylaşmak için buradayız", dedi.

Aynı şey oluverdi. Ona bakarken kendimi gördüm. Kendim de de onu.

Sonrasını hatırlamıyorum. Bir süre sonra kendimi, oturduğum yerde zevkle müziğe dansederken buldum.

Ayahuasca anneden son bir istekte bulundum:

"  Bu yolculukta çok şey yaşadım. Lütfen yarın uyandığımda hatırlamama yardımcı olur musun ?"

Hatırlamam gerektiği kadarını hatırlayacağımı sezdim. Şükrettim.

Seremoninin sonu gelmişti. Mumlar yakıldı. Müzisyenler ve şaman da ayahuasca içmişlerdi.

Müzisyenlerden biri aldığı şu mesajı bizlerle paylaştı:

"Ruhani olmanın, kaç kutsal geometri dövmesi yaptırdığınızla ilgisi yok,
Hangi kutsal tapınakları ziyatet edip fotoğrafladığınızla ilgisi yok,
Ayahuaska'yı kaç kere içtiğinizle, kaç farklı kutsal ilaç denediğinizle ilgisi yok,
Hangi mantraları ezberlediğiniz ve ne kadar hızlı okuduğunuzla ilgisi yok,
Bir yoga pozisyonunu ne kadar mükemmel yapacağınızla ilgisi yok,
Hangi meditasyonla, hangi Tanrı'ya ve Tanrıça'ya bağlanacağınızla ilgisi yok,

Ruhani olmak, bütün varlıklar olarak bir büyük aile olduğumuzun farkında olmak; baktığımız her varlıkta kendimizi görebilmek, bütün varoluşu kendimizde görebilmek ve sevgi ile saygı ile, bir aile olarak, BİR olarak, kardeşçe yaşayabilmek...
Bir aileyiz; BİRİZ"

Bu mesaj getirdiği enerjiyle, hepimizin kalbine ve aklına dokundu.

Yaşam çiçeğinin üstünde yanan 3 mumun ışığında, yere konulan çeşit çeşit meyvaların etrafında oturduk. Bir kutlama, bolluk ve bereket hissi duyduk.
6 saat boyunca kendi karanlığı ve ışığıyla yüzleşmiş insanlar, şimdi fiziksel dünyada olduklarını hatırlıyor, birbirlerinin, sırtına, omzuna, dizine, anlayış ve sevgiyle dokunuyor, birbirlerine gülümsüyordu.
Bazı kimseler seremoni boyunca uyuyup kalmış, ben neredeyim, burası neresi , gibi bir hisle bakıyordu. Bazıları, bu mu yani(?) , der gibi bakıyordu, bazıları heyecanla yaşadıklarını yanındakilere anlatıyordu. Şükranla sessizce oturdum. O gün oruç tutmuştum. Meyvalar lezizdi. Yaratan'a, Gaia Anne'ye, Ayahuasca Büyük Anne'ye tekrar tekrar şükrettim.

Sonra şamanımız ayrıldı, ve her kes seremoni boyunca oturduğu yer yatağında uyudu.

Sabah 7 de her kes ayrılmıştı. Tek başıma kalmıştım. Tapınağı temizledim, pencereleri açıp havalandırdım, arındırdım. Şükran hissimi fiziksel olarak da ifade edebilmiş olmanın mutluluğunu yaşadım. Yaşam çiçeğinin üstünde bağdaş kurup meditasyon yaptım. Kahvaltımı da meyvalarla edip Vamoss Türk Evinin, samimi, sevgi dolu havasına döndüm.
Duş aldım. Derimin üstünden yapışkan bir sıvı temizlendi ; gece boyunca bedenimin attığı zehirdi. Gözle görmek mümkün değildi ama elle dokunduğumda hissedebildim. Sanki bedenimi kaplayan bir kozadan çıkmıştım.

Bu gün seremoniden sonraki 3. Günüm. Hala diyetteyim. Ayahuasca'nın enerjisini hala bedenimde hissedebiliyorum. Dün birden bire, yolda yürürken, sağ akciğerim ve sırtım, bıçak giriyormuşçasına sancılandı. Sağ akciğerimden bir blokaj enerjisi serbest kalıverdi ve rahatladım.

Ayahuasca'nın aynasında gördüklerimi sindirdikçe, fiziksel, duygusal, akılsal, ruhsal şifam ilerleyecek.

Bu uzun yazının sonuna gelirken yine naçizane bir iki uyarı ve tavsiyede bulunmak istiyorum. Fiziken ve ya ruhen genç olan arkadaşlarımızın bu yazıyı okuyup, Ayahuasca'yı uyuşturucu olarak değerlendirmelerini istemem.
Ayahuasca, Huachuma, Peyote, DMT, Mantar, Marihuana gibi kutsal ilaçlar, bu dünyada insanların merakına cevap vermek için bulunmuyorlar. Bu ilaçları bütünün hayrına, kendini bilmek ve şifalandırmak niyeti dışında, bir eğlence ya da kaçış aracı olarak kullanan insanlar ciddi akıl ve ruh bozukluklarına düşebilir.  Bu kutsal ilaçların ruhları bilgedir ve özgür iradenize saygılıdır. Bir akıl hastalığına ve bağımlılığa düşmeniz seçiminiz ise, buna da saygı gösterir, izin verirler. Bilgece seçin. Ne bu kutsal ruhların, ne  kristallerinizin, ne de şifacıların bağımlısı olmayın. Aynaya değil, aynada gördüğünüze aşık olun. Bu sizsiniz. Aydınlığınız ve karanlığınızla bir bütünsünüz. Bütün olmak, şifanızdır.

Ayahuasca ve ya Huachuma ile tanışacaksanız, benim ve ya bir başkasının anlattığı deneyimleri kendinize kıstas olarak almayın. Bu ruhlar ile ne derece derin iletişim ve etkileşim kurabileceğiniz sizin bilinç frekansınıza ve içtenliğinize bağlı. İçtenliğinizi kendinize ve o ruhlara gösterin. Kendinizi bu buluşmaya meditasyon, dua, diyet ile hazırlayın. Turistik bir yolculuğun son macerası, yapılacaklar listesindeki bir madde olarak görmeyin.

Huachuma'nın tek başına  içilmesini her kese tavsiye etmem.
Ayahuasca'nın tek başına içilmesini ise hiç kimseye tavsiye etmem.

Uyanışın yalnızca böyle ilaçlar ile mümkün olabileceği yanılgısına düşmeyin. Meditasyon, kendine bakma, gözlemleme ve kendini bilme sanatıdır. Şifanın ve aydınlanışın yoludur. Oldu ki ilahi plan bu kutsal ilaçları karşınıza çıkardı ve kalbinizden gelen bir çağrı ve mutluluk duydunuz, o zaman size uzatılan bu evrensel yardım elini şükranla tutun. Kalbinizdeki çağrıyı onurlandırın ve gerekiyorsa o eli tutmak için binlerce kilometre yol gidin.

Bütün varlıklar evrenden gelen müziği duysun; dansedercesine yaşasın, dansedercesine ölsün, dansedercesine ölümün ötesine yol alsın!
Bütün varlıklar, kutsallıklarına, sonsuzluklarına, Birliğe uyansın!
Ve kalbimde gördüğüm öyledir.
Ve gelecekte gördüğüm öyledir.
Şükürler olsun.

Ayahuasca Annem beni bir kere daha çağırıyor. Ayna çok büyük ve bir defada her şeyi görmek, anlamak, sindirmek mümkün olmuyor.  Bir iki gün içinde Yuuka ilk Ayahuasca seremomisine katılacak.
Dört gün sonra da ben ikinci seremonime katılacağım.

Uzaktan görü seansları vermeye, bu inziva nedeniyle 1 aylığına ara verdim.

Anlatılacak daha ne çok şey var.
Bir sonraki blog yazımda tırmandığımız 4300 metredeki Pitusiray dağı var...
---



Bu blog sayfasını ilk kez bu yazı vesilesiyle ziyaret ediyorsanız "Nedir" sayfasına göz atmanızı tavsiye ederim.

Uzaktan görü şifa seansımızla ilgileniyorsanız, Heaven Earth Şifahane Blogumuzda, seanslar sayfasına göz atmanızı tavsiye ederim. ( http://yuuka-and-wings.blogspot.com/?m=1 )

Mucizeye yolculuk blog yazılarının dilediğiniz kadarını sosyal medyada paylaşmakta özgür hissedin. Bu blogun amacı ilham kaynağı olmak.

Mucizeye yolculuk blog yazılarının bir bölümünü ya da tamamını bir dergi ve ya kitapta yayınlamaksa isteğiniz bana email yolu ile ulaşabilirsiniz.
strongwings121212@gmail.com

Mucizeye yolculuğumuzu maddi manevi desteklemek istiyorsanız, yine aynı email adresiyle ulaşabilirsiniz.

Koşulsuz Sevgiyle