Boyut kapılarından geçerken atomik parçacıklarıma ayrılıp
yeni sınavlarımın içine doğru ışıktan hızlı akıyordum.
Kulağa ne kadar bilim kurgu gibi gelse de hepimizin yaşadığı
şey bu.
Bu konuda kalbime gönderilen bilgiyi paylaşıyorum sizinle:
Zaman-mekan sınırlarının içine serpiştirilmiş, bu benim
sınavım (mı) diye düşündürten, aklınızı, ruhunuzu, bedeninizi, sınırlarına
kadar zorlayıp genleştiren, ‘zorlu’ dediğiniz her şey, sizi prensibi aşk ve
birlik olan daha üst bilince taşıyan araçlardır; ruhun tekamül araçları. Ve
birinden inmeden diğerine layığiyle binemiyorsunuz. Birinden çıkmadan diğerine layığiyle
giremiyorsunuz. Bir önceki sınavın yıkması planlanmış olan düşünce kalıplarınızı,
eritmesi planlanmış olan duygularınızı bırakamadığınızda ağırlaşıp yavaşlıyorsunuz.
Bir sonraki sınavınıza, veremediğiniz bir önceki sınavın konularıyla birlikte,
kafası karışmış, yorgun, bitkin, belki tamamen kaybolmuş olarak girmiş oluyorsunuz.
Sonunda öyle ağırlaşıyor, öyle yavaşlıyorsunuz ki, sanki hayat durma noktasına
geliyor; hiç bir şey keyif vermiyor. Fiziksel bedeniniz bile yük hissinin
altında kamburlaşıyor.
Bu Dünya ruhun okulu diye boşuna söylenmemiş.
Dünya’ya, insanlığa ve bütüne büyük hizmetler sunması
planlanmış bir kimse düşünün. Yaşı 14, adı da Zehra olsun. Üstünde getiregeldiği en
ağır yükü değersizlik, sevgisizlik, hayatta kalma korkusu olsun.
Bu duygulara tutunan düşünceleri, “sözüm dinlenmez”, “kıymetim
bilinmez”, “kazanmak, yaşamak, iyi olmak zordur” olsun. Dolayısıyla kendi
sözüne kendisi güvenmesin ve saygı göstermesin, kendi kıymetini kendi bilmesin,
kendini sevmesin, hayatta kalabilmek için sürekli çaba halinde olsun.
Bu duygu ve düşüncelerin ağındaki kör varlık – uyuyan varlık,
nasıl olur da kendisine kismet edilmiş o yüksek hizmet noktasına varır. Nasıl,
korkusuzca konuşacak ve yaşayacak olan, koşulsuzca sevecek ve hizmet edecek olan
‘O’ haline dönüşür? O daha bir tırtıl. Henüz kelebek olmaya hazır değil.
Zehra hayat yolculuğuna serpiştirilmiş sınavlara birbiri
ardına sokulur.
Bir gün edebiyat öğretmeni, sınıftan bir kompozisyon
yazmasını ister: “Hayattaki en büyük arzunuz nedir ve neden?”
…ve uyarır: “Dikkat edin, anne ve babanızın sizinle ilgili
arzularını sormuyorum, sizin arzunuzu soruyorum.”
Zehra kağıdın üstüne kapanır, gözlerini yumar. Derin bir
karanlık ve umutsuzluk içinde boğulur. Anne ve babasına kalırsa doktor olması
en iyisi. İyi para kazanır, saygı görür, beyaz önlüğü olur. Dedesine kalsa
kadın evinde oturur, çocuğunu büyütür, yemek yapar, kocasının yardımcısı olur. Babannesine
kalsa kadın sessiz olur, susar, dayanır… Bir süre önce vefaat etmiş anneannesine
kalsa, kadın ya da erkek farketmez, insan yalnızca kalbini takip ettiğinde
mutlu olur, mutluluk olur, ışık yayar.
Bunları düşünürken, o güne dek derinleme etkisi olmamış olan
anneannesinin sözleri göğsünün orta yerinde bir hareketlenme ve ısınma
başlatır. Göğüs kafesinin ortasında fiziksel titreşimler duyar. Hisleri
izlerken ve dinlerken birden düşüncesizleşir ve dinginleşir; farkında olmadan
gülümsemeye başlamıştır. Gülümsemesinin görünen hiç bir sebebi yoktur. Sırasının
üstünde yüzündeki gülümsemeyle ya bayılmış ya da uyuyakalmıştır.
Pembe bir girdabın içinde anneannesi ile karşılaşır. Daha
doğrusu anneannesi onu karşılamaya gelmiştir.
-Mutluluk bu mudur anneanne?
-Evet kızım mutluluk budur. Olmak mutluluktur. Olmamak da mutluluktur.
Uzun beyaz saçları gümüşi renkte parıldayan, altın ve yeşil
renklerde ışık yayan genç görünüşlü yaşlı kadın elinden tutar ve geleceğe doğru
uçurur Zehra’yı.
Birlikte Zehra’nın vukuu bulması muhtemel olan bir
geleceğine bakarlar.
Zehra kendisinin 42 yaşındaki haline bakar. Afrika’da
olduğunu tahmin ettiği bir ülkede gönüllü doktorların kurduğu bir insani yardım
gurubunun lideridir. Kendisini seven, kendisine güvenen, sesi ve sözü dinlenen,
mütavazi, gözleri mutlulukla parlayan, genç ve dinamik görünümlü bir insandır
42’sindeki Zehra. Bir çadırdan diğerine geçip, teker teker bakımındaki
çocuklarla ilgilenip, onlarla oyunlar oynar. Kucağına alır, gözlerinden öper,
ellerinden öper.
Çadırdan çıktığında ayak üstü o ülkenin yüksek bir yetkilisi
olduğu görünen kişiyle toplantı eder. Sözünü esirgemez. Sevgi ve merhametten aldığı
güçle ne gerekiyorsa onu konuşur.
Sabah ameliyat ettiği çocuğun ölüm haberini alır sonra. Kalbindeki
acı gözünden yaş olur akar. Kalbindeki sonsuz hakiki mutluluk, bebeğin ruhunu
uğurlarken yine göz yaşı olur taşar. Göz yaşı aşkın ateşinden gelmektedir.
Çalan zil sesiyle Zehra sırasından başını kaldırır.
Kağıtları toplamakta olan öğretmeni gelip dikilir, Zehra’nın boş kağıdına
bakar.
‘Ah tembel seni, arzunu yazmaktan bile üşeniyorsun…’ der.
Zehra son anda kağıdın üzerine şunu karalar:
“En büyük arzum insanlara yardımcı olmak. Çünkü böyle istedi
kalbim…”
“Böyle yırtacağını sanıyorsan yanılıyorsun”, der öğretmeni
ve hemen kağıdının ortasına kırmızı kalemiyle koca bir sıfır atar. Hala rüyasının ya da yolculuğunun etkisi altındaki Zehra
gülümsemeye devam etmektedir. Hakikati bilmeyen, O’nun ve arzusunun öz değerini
bilmeyen nice sıfırcı vardır önünde yüzleşmesi gereken.
Gün geçer Zehra kalbine doğan bu arzuyu unutup kendisini
suyun üstünde tutma çabası içinde, O’nun isteklerini ve duygularını umursamayan
bir aile, bir kaç erkek arkadaş, Tıp fakültesinde zayıflığını farkedip ezici
gücüyle üstüne gelen bir kaç profesör, mesleğe başladığında arkasından iş
çeviren asistanı ve meslektaşı kadınlar, hizmet bekleyen bir eş, çocuk
doğuramayışı nedeniyle kendisini küçük gören kayın validesi gibi oyunun diğer
aktör ve aktristleriyle sınanır. Böylece seneler kendi arzularını yok sayıp,
çevresindeki insanları tatmin etme çabasıyla yaranamadan geçer. Bir sınavdan bir
diğerine ağırlaşır, ağırlaşır, yavaşlar, yavaşlar. Hayatının tıkanma noktasına
gelir. Kaybedeceği hiç bir şey olmadığını anladığı bir ana gelir. O an çok
acıdır. Ölür.
Bir gece rüyasında ölür ve kendisini kanatlı bir çocuk melek
olarak görür.
Sonsuzca özgür, sonsuzca güçlü, sonsuzca saf, sonsuzca değerli,
sonsuzca sevgi dolu…
Uyandığında, artık hiçbirşeyin aynı kalamayacağı bir dünyaya
uyanmıştır. Işine istifa dilekçesini verir, eşine boşanma isteğini bildirir.
Değerini bilmemiş her kese: “Artık ben kendi değerimi
biliyorum. Hoşçakalın” der.
Hayat onu Önce Pakistan’a, sonra Afganistan’a, sonra
Kamboçya’ya, Miyanmar’a, Somali’ye, Nijerya’ya ve var olduğunu bile bilmeyebileceğiniz
küçük karanlık yerlere götürür. Katıldığı insani yardım kuruluşu ona nerede
ihtiyaç duyulduğunu söylese oraya gider. Bir evi, bir arabası, bankada parası,
bir eşi, kendi doğurduğu çocukları olmadığı halde çok mutludur. Oysa ki uyanışına
dek hep bu değerler için çalışmıştı.
Kelebek uzun hareketsizliğin ardından kozasından çıkmış, göz
alan renkleriyle bir oraya bir buraya uçmuş
ve karşılaştığı tüm varlıklara varolmanın amacının yalnızca varolmak olduğunu,
bunu hatırlamanın hakiki ve sonsuz mutluluk olduğunu paylaşmış.
Ve hikayesi burada bitmemiş…
Bu Dünya’daki bu yaşamı, sonsuz hayatlarının ve yolculuğunun
içinde, başı uykuyla sıraya düşen bir kız çocuğunun göz açıp kapayana dek
gördüğü bir rüya… O daha neler yapacak… O bütüne daha ne hizmetler sunacak…
Yolu ışıl ışıl… ve öyledir…
Kalbime doğan mesaj böyle der ve devam eder:
Hayatınızın çıkmaz sokaklarından birine vardıysanız nefes
alın. Nefes alın ve var olduğunuzu hatırlayın. Gördüğünüz çıkmaz sokak da sizin
hayalinizdi. 'Hayır bunu ben hayal etmedim, bu zorluğu ben hayal etmedim',
diyebilirsiniz. Biz de deriz ki, bütün düşünceleriniz ve duygularınız bilinçsiz
bir hayal. Şimdi yaşamayı arzuladığınız hayat yolunu-geleceği, bilinçli olarak hayal edin ve çevrenizdeki resmin
değişimine şükranla tanık olun.
Yolların en hayırlısı bütüne hizmete adanmış olanıdır, Yaradan’a
teslim edilmiş olanıdır. Yaradan’a teslim ve tam sorumlu…
Der ve aşkla ayrılırlar…
ayrılmak ne demekse…
Kendi hikayeme dönecek olursam…
Sınav kapıları Japonya’dan Peru’ya doğru açılmış, (11+1) 12
kardeşimin dönüşüm yolculuğuna rehberlik etmiştim. Onlarlı ve onlarsız Peru’da
geçirdiğim 1 ay sonunda kapılar Türkiye’ye doğru açılıp beni doğduğum
topraklara geri getirdi. 3800 kilometre ve 30 gün çerçevesinde çokça kanallık
ve şifa kursu sundum; çokça ses şifa çemberi tuttum. Bunun mümkün olmasına imkan sağlayan, mekan tutma sorumluluğunu taşıyan cesur ve güzel ruh kardeşlerime
şükürler olsun. Yolculuk beni hem fiziksel çalıştırdı hem de sevgiyle hamur
gibi yoğurdu; doğanın ve insanların merhametli kollarına getirdi.
Yalova’nın şifalı termal sularına girdim, Selçuk’ta, evinde
Meryem Annemi ziyaret ettim, Göbekli Tepe’de kadim varlıkların emanetlerini
ziyaret ettim, Şanlıurfa’nın Balıklı Gölünün kutsal yeşiline tanık oldum,
Ankara’da, evinde Ata’yı ziyaret ettim. Kimbilir kaç hayatın kaçında buluştuğum
ruh kardeşlerimin sofralarında oturdum, yataklarında yattım. Beni
dinlendirdiler, beni şifalandırdılar.
Annemin, babamın, kardeşimin kollarına döndüm. Nereye
gidersem gideyim; hangi memlekete, hangi boyuta, sevgileri hep kalbimde.
Mesafelere aldırmadan biz hep beraberiz. Bunu onların da kalbine sessizce ektim,
yeşersin çiçek açsın diye…
Kaç kişiye sarıldığımın hesabı yok. Onları Tanrı olarak
gördüm de öyle sarıldım. Onlar da bana öyle hakiki sarıldılar ki her defasında
gözlerim yaşardı.
Ah o çemberler, el ele tutuşan kardeşler. Hepsinin
karanlığına onlarla birlikte girdim ve hepsinin aydınlığına onlarla birlikte
çıktım.
Imkansızı imkanlı kılanlar… Beni kapalı ve girilmesi yasak
olan Göbekli Tepe’ye sokan kutsal kadınlar…
Piyanosu ve kristal
çanakları ve gonglarıyla alan tutma sorumluluğuna benimle birlikte giren
yoldaşım kutsal kadınlar… Ahhhh
Ah o hep bir ağızdan hep bir yürekten çekilen AHHHlar…
AHHHHH
Tüm insanlığa iletmem istenen şu mesajı Evrensel Kanallık
ve şifa kurslarında söyledim:
Kanallık zaten akmakta olan sonsuz enerjiye şahit olmaktır.
Biz kanallar, olmayanı oldurmayız. Zaten olmakta olana şahit oluruz. Sonsuz bilgi
ve şifa Yaratandandır, Yaratanındır, Yaratandır.
Altı üstü insanız der mütavazilikten boynumuzu sonsuz boşluğun içine eğeriz
Ve ‘Ben Kutsal Ben’ der omurgamızı evrenin merkezi kılar ve
öyle biliriz.
Ne insani küçüklük duygusuna ne de insani kibire teslim
olmayız.
Melekler ve üstadların kardeşleriyiz… Onlar gibi kutsal,
onlar gibi güzel.
Ben Kutsal Ben , An bu An ey Kutsal İns_AN, An bu An.
-----
Ve kapılar yine açıldı, parçacıklarıma ayrıştırdı, uçtum,
uçuyorum köklerim kalbimde.
2 ay fiziken ayrı kaldığım ruh ailem, kızım Maya ve eşim Yuuka beni
havaalanında karşıladılar.
Öptüm, kokladım, sarıldım. Sevgi ve selamlarınızı ve
gönderdiğiniz hediyeleri ilettim.
Sevgiyle ve mutlulukla aldılar.
Hayatımın bu basamağında tahminen Mayıs ayına kadar Japonya’da
kalıp, sonra Peru’ya yerleşmek niyetiyle yola çıkarız.
O vakte dek 'uzaktan görü - rehberlik ve şifa seanslarıyla' hizmetinizde
olmaya devam edeceğim.
(iletişim strongwings121212@gmail.com
(iletişim strongwings121212@gmail.com
Aşk ile dostlar